“Yahu bu yıl da bitti, olacak iş değil, zaman nasıl geçiyor” cümlelerinin ekseriyetle dile geldiği günlerdeyiz. Evet, şaşılacak bir durum mudur bilemem ama, zaman su gibi geçiyor. Durduramıyoruz, yavaşlatamıyoruz. Yıllar geçiyor, büyüyoruz, büyüdükçe biraz çocuklaşıyoruz, fena halde telaşlanıyoruz, bir şeyleri değiştirmeye çalışıp pek de beceremiyoruz vs. vs.
Bu blogu tutmaya başladığımdan beri her yıl sonunda bir “helalleşme” yazısı yazdım. Retrospektif okuma yapmak güzel oluyor bu durumlarda. Kiminde şarkılarla uğurlamışım eski yılı, kiminde öğretilerle (?), sonlara doğru da bir sonraki yıldan beklentilerimle. Bir noktada bitenle hesaplaşmayı bırakmışım yani, aferin bana 🙂
Şu an ise, Aralık’ın 9’u itibariyle, kitabımı bırakıp beni bu yazıyı yazmaya iten güç gibi, yeni yıla dair içimden en çok geçen şey “beklentisizce” ve “içimden geldiği gibi” yaşanması.
Görüyoruz, deneyimliyoruz, farkına varıyoruz. Etkimiz olan alanlar sınırlı. Çok şey yapmak istiyoruz, azını gerçekleştirebiliyoruz. Ortalama hayatların ve insanların arasında bazen boyumuzdan büyük düşlerin peşinde koşuyoruz. Ve olmayınca üzülüyor, kırılıyoruz. O nedenle büyük büyük beklentiler, koca koca planları bir kenara bırakıp olduğu kadarıyla, olduğu şekliyle yaşamak en isabetlisi.. İşte tam da bundan dolayı, yazının başlığında olduğu gibi: çok da şey etmemek* lazım.
2019 en çok da keyfiyle gelsin!
* Bu paragrafa ilham olup, bir nevi “writer’s block” durumumu aşmamı sağlayan pek sevgili mentorum, dostum, abime teşekkürlerimi sunarım. O kendini biliyor 🙂
Şarkımız da La Casa de Papel’den geliyor: Cecilia Krull – My Life Is Going On.. (imza: Tokio ;))