defter, kalem ve bizim mektuplar

çok sevdiğim bir Avrupa kentinden dönerken bana hediye getirdiğin bir defter vardı. yeşil kaplı bir defter. kullanmaya kıyamadığım, nedense. bazı defterlerle böyle organik bir bağ kuruveriyorum. hayır ne olacaksa, defter işte, ya kullanılacak, ya yaprakları sararacak bir vadede. kullan gitsin değil mi? yok. 

işte onu kullanayım dedim dün tam olarak. sonuçta mevsim yazma mevsimi. “yaz bitince yazma mevsimi başlıyor” desem tatlı bir kelime oyunu olabilir 🙂 

defteri karşıma aldım. defter bana baktı, ben deftere. geldiği şehre saygılarımı ilettim. sonra da o defterin satırlarını hangi kelimelerle doldurmalıyım diye düşünmeye başladım. 

zira hali hazırda elimin altında çeşit çeşit defter var.

halen gayet analog ve yazılı ajanda kullanan bir insanım. öyle telefon takvimleri falan bana göre değil, yazmam ve görmem lazım kendi el yazımla programlarımı 🙂 anlayacağınız ajandam var her daim yanımda, bu bir. 

sonracığıma bir yerde duyduğum bir şarkıyı, önerilen bir kitabı, gördüğüm bir etkinliği vs. not ettiğim minik bir defterim var. o da hep yanımda. çünkü insanın karşısına ne zaman ne çıkacağı belli olmaz. ve hayat minik sunduğu minik sürprizleri kaçırırsak, sizi bilmem ama, beni affetmez. etti mi iki..

“toprak ana” kapsamlı bir defterim var. şöyle bir defter tutmak durumunda kalmak bile üzücü aslen ama bir süredir tutuyorum. kendisinde envai çeşit bitki & yağ bilgileri, “sağlıklı” yemek & atıştırmalık tarifleri var. seviyorum bu defterimi. isteyene fotokopi ile çoğaltabilirim, hiçbir şey olmazsa ciddi bir kozmetik maliyetinden kurtulabilirsiniz 🙂 etti üç.. -bu defteri hep yanımda taşımıyorum neyse ki..-

“şehir” defterlerim var. bu işe geç başladığımı düşünüyorum. gittiğim şehirlerden aklımda kalan yerleri enstantaneleri yazdığım defterler bunlar. “Barcelona” defteri, “Amsterdam” defteri gibi. ritüel insanı olduğumdan ve belirli şehirlere defa kez gitmeyi sevdiğimden bu defterlere periyodik aralıklarla notlar almak, gittiğim yerleri hatırlamak, güncellemeler yapmak hoşuma gidiyor.

ve tabii ki hikayelerimi yazdığım defterler var. sayısı çok, şekli şemali çeşitli. yüzyıllardır (!) yazıyorum, yapacak bir şey yok. bunların bazı sayfalarında kendi yazımı okumakta bile zorlanıyorum, silinmiş yerlerin üzerinden geçiyorum ara ara. anılara bu şekilde dönmek de keyifli oluyor. 

uzun lafın kısası, bende defter ve konsept çok. 

şimdi o çok sevdiğim şehirden gelmiş, karşılıklı bakıştığım yeşil deftere ne yazayım sence? belki de elimdeki hikaye defterinin bitmesini bekleyip kendisini bilmem kaçıncı hikaye defteri olarak kullanmalıyım? ya da yeni kahramanlar mı yaratmalıyım o deftere özel?

şu satırları da yazarken bir kez daha emin olduğum şey, yazma eyleminin kendisini çok sevdiğim.. kalemi elime aldığım anı seviyorum. defteri hafif yan çevirip, kafamı şöyle sola doğru eğip, kurşun kalemin kağıtla ilk buluştuğu anı seviyorum. yazıp yazıp ucunu açmayı kalemin sonra. plağın bir yüzü bittiğinde gidip değiştirmek gibi bir hazzı var..

mektup almayı mektup yollamayı da seviyorum hala. sevdiğin bir insanın el yazısından yazılmış bir şeyleri okumanın yeri çok ayrı. teknoloji nereye varırsa varsın ben bu huyumdan da vazgeçmeyeceğim sanırım.  

belki de bu defteri “yollanmamış mektuplar” defteri yapmalıyım, ne dersin?  

ve mesela her şarkıya bir mektup eşlik etmeli.. ya da her mektuba bir şarkı mı demeliydim? 🙂

hasretle öperim.

R.E.M. & Patti Smith – E-Bow The Letter

A Letter to Elise – The Cure

Love Letter – Nick Cave & the Bad Seeds

Letter to Hermione – David Bowie

The Letter – Black Heart Procession


Posted

in

by

Tags: