Sene 1993. Lise hayatımın ilk yılı. Müzik dinleyicisi hayatımızın karışık kaset dönemi. Bir arkadaşım yurtdışında doldurulup kendisine gönderilmiş bir kasetten bana da bir kopya çekiyor. İçinda çokca güzellik keşfediyoruz. 2 şarkı var ki ben dönüp dolaşıp onları dinliyorum: The Smiths’ten I Started Something That I Couldn’t Finish ve A Rush and A Push and The Land Is Ours. (aynı kasetteki 2. fenomen The Mission-Like A Hurricane’dir mesela..)
Aslında oldukça geç bir keşif. 1987’de çıkmış olan son stüdyo albümleri ‘Strangeways, Here We Come’ı 6 sene aradan sonra yeni yakalayabilmişiz. O dönemler grunge müzikle haşır neşir olduğumuz, dilimizden Pearl Jam, Alice In Chains, Temple of the Dog, Soundgarden, Stone Temple Pilots isimlerini düşürmediğimiz, kendimizi Singles filminde oynuyormuş gibi hissettiğimiz yıllar. Bu 2 şarkı indie müziğine giriş dersi niteliğinde oluyor bizlere..
Sene 1995. Kent FM’de Aşırı Doz dinleyip kaydetme dönemleri.. Onca güzel müzik içinden yine o sesle buluşuyorum. Siouxsie Sioux ile yaptığı düet olan Interlude ile Morrissey hislerime tercüman oluyor. “Time is like a dream / And now, for a time, you are mine / Let’s hold fast to the dream / That tastes and sparkles like wine”
Sene 1997. Üniversiteden eve dönüş yolunda iskelede bir arkadaşla karşılaşıyoruz. Hedefim net, Kadıköy’de Morrissey’in yeni çıkmış Maladjusted albümünü almak (kaset versiyonunu yani :)). Morrissey’in ne şahane bir insan olduğu, The Smiths’in İngiliz müziğine nasıl yön verdiği sohbetiyle süslüyoruz Beşiktaş-Kadıköy yolculuğunu. Ve sonra ben bir sonraki 6 ay döndüre döndüre dinleyeceğim albüme kavuşuyorum Kadıköy sokaklarında..
Sene 2006. One Love kapsamında ilk kez buluşuyoruz Morrissey ile.
Sene 2012. Caz Festivali kapsamında 2. kez..
20 seneye yaklaşan bir hikaye benim onunla ve müziğiyle yaşadığım. Geriye dönüp baktığımda her dönemde onunla ilgili bir şeyler buluyorum.
Kimine göre Johnny Marr’sız Morrissey tat vermez, kimine göre anlaşılamayan bir ukaladır, kimine göre çok yalnız bir adam.
Bana göre Morrissey: bir şair hatta bir ozan, olağanüstü bir ses, dimdik bir duruş, ruhunu en güzel paylaşmayı bilen romantik, bir isyankardır. Ve hayatıma eşlik eden hiç tanışmadığım bir dost.
Son İstanbul konseriyle ilgili çok yorum yapıldı.. Çoğu Morrissey’i hiç tanımadığı çok belli kişiler tarafından yapılan bu yorumlar bende aynı Park Orman konserindeki hissi yarattı: ‘keşke daha küçük bir grup insan ile daha samimi bir ortamda izlesek seni.’
O kadar kalabalığın önüne ‘Assad is shit’ yazılı tişörtlerle çıkmak, Meat Is Murder‘ı Peta’nın görüntüleriyle izletmek, kendiyle ve yalnızlığıyla samimiyetle yüzleşebilmek herkesin yapabileceği bir şey değildir.
Özellikle bizlerin akılda tutması gereken bir mesajı vardı Morrissey’in o konserde: ”People have the power’.. Bir daha gelir mi bilmem ama o zamana kadar bu mesajı anlamayı ümit edelim..