de. dedim.

başucu kitapları vardır, hiç vazgeçilmeyen, dönüp dönüp okunulan, her seferinde daha çok sevilen.
benim için onların ilk sırasında gelir: oruç aruoba – de ki işte.
sayısını artık bilemediğim yıllardır, hayatımın çeşitli zamanlarında, sırdaşım olmuştur.
diyemediklerimi demiştir.
bazen benden daha cesur, bazen benden daha keskindir oruç auroba’nın yazdıkları.

okudukça müzikler çağrışır aklımın kıvrımlarında.
işte onlar şimdi sizlerle paylaşacaklarım.

yazısı-ezgisi başkalarından, ama özünde benden.

başlayalım.

birşeyleri yaşamışsan, gerçekten yaşamışsan,
onları yitiremezsin artık – istesen bile:
istemesen bile; yaşar artık onlar…

kendi olarak, sana gelen,
sana gereksinimi olmadan seni isteyen,
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen,
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan-
o, işte…

yaşamında, sevdiklerin
-ve, seni sevdiklerini söyleyenler-
senin özlediğin ön-düşüncesiz, hazırlıksız,
kendiliğinden, geldiği-gibi birlikteliğe hazır olsalardı,
girebilselerdi, mesele olmazdı ki – ama değiller…

hiç bulamayacaksın bir sevdiğini böyle
-hiçbir sevdiğin de böyle olmayacak.

ancak arada bir gerçekten yaşayacaksın:
duygusal olarak “unutulmaz bir an” denen yaşam aralıklarından birinde, tam kendin olarak,
tam kendisiyle yüzyüze geldiğin bir başka kişiyle
birlikte, bir şey yaşadığında (bir sevinç, bir acı…)
-o zaman gerçekten yaşarsın.

ama bu “an”ları son derece seyrek yaşarsın
(kimi insanlar-çoğunluk?-bunları hiç yaşamaz belki);
son derece de kısa… gene de, bunların sağladığı
anlam yoğunluğu, yaşamının bütün geriye kalan çölünü yeşertmeye yetecek.