Category: Kent Kedisi
-
en çok neyi?
bu dönemde şu sayfaların başına çok oturdum. her seferinde nereden başlayacağımı bilemedim, başlayamadım, nasıl devam edeceğimi bilemedim, bitiremedim. küçük küçük notlar düştüm tarihe, ama içimdekini dışıma çıkarmayı, yazıya dökmeyi başaramadım. en çok neyi yazmak istediğimi düşündüm sonra. içinde bulunduğumuz garip durumumu mu, çeşitli çaresizliklerimizi mi, normalin ne demek olduğunu artık bilmememizi mi, gerçekle bağımızın kopmasını…
-
simetriye bayılırım: 2020
insanın alışkanlıkları değişmiyor belki ama dönüşebiliyor.. mesela yıllardır yıl bitmeden yazılan “yeni yılı karşılama” yazıları yeni yılın ilk günlerine kalabiliyor. belki de, yaş aldıkça insan, yazmaktan çok yaşamak öne çıkıyor. ya da “ha bir hafta önce ha bir hafta sonra” duygusu hakim oluyor, acele etmek pek de anlamlı gelmiyor. uzun lafın kısası, 2020 yazısı şu…
-
defter, kalem ve bizim mektuplar
çok sevdiğim bir Avrupa kentinden dönerken bana hediye getirdiğin bir defter vardı. yeşil kaplı bir defter. kullanmaya kıyamadığım, nedense. bazı defterlerle böyle organik bir bağ kuruveriyorum. hayır ne olacaksa, defter işte, ya kullanılacak, ya yaprakları sararacak bir vadede. kullan gitsin değil mi? yok. işte onu kullanayım dedim dün tam olarak. sonuçta mevsim yazma mevsimi. “yaz…
-
aşk acısı çekiyoruz
insanoğlunun aşkla olan imtihanı bitmek bilmez. ne neden aşık olduğumuzu anlayabildik tam olarak, ne nasıl başa çıkabileceğimizi biliyoruz. kayıp bir şekilde dolanıyoruz konu aşk olunca. bu mevzuya ilişkin tonlarca yorum ve analizin toplamında benim kabul ettiğim, kendimce kelimelere döktüğüm çıkarım şu: kendimizdeki bir eksikliği güçlü bulduğumuz bir şeyle kapatma ve ona tutunma halimiz aşk. bu…
-
ruhum Parizyen
Non, rien de rien, non, je ne regrette rien Ni le bien qu’on m’a fait, ni le mal Tout ça m’est bien égal Non, rien de rien, non, je ne regrette rien C’est payé, balayé, oublié, je me fous du passé..
-
naber 40?
şimdi konuyu bir sosyal medya fenomeni tadında ele almaya gerek yok, kabul.. “40 yaşım” “canım 40 yaşım” “fabulous 40” “still hot” falan gibi klişelere girmeyelim. bırakalım onu başkaları söylesin, kendi kendimizi neye ikna etmeye çalışıyoruz ki? her yaş aynı öneme sahip. ve benim için her doğumgünü özel. (bkz. yengeç kadını) hepsinde 1 ay önceden başlıyorum…
-
dilemma kuşağı
ortaokuldayız. sene 1991. Pearl Jam’in Ten albümü, Nirvana’nın Nevermind’ı, Metallica’nın simsiyah kapaklı 1991 albümü mesela falan çıkmış. 13 yaşındayım. yepyeni müzikler keşfediyorum, çok mutluyum. “grunge” diye bir şey var ve ekose gömlek giymeyeni dövüyorlar. tabi ki siyah eteğin altına siyah bot giymeyeni de. annemin şiir defterinden Nazım’ı, Atilla İlhan’ı, Ümit Yaşar Oğuzcan’ı falan keşfediyorum. sonra…
-
my dear estella
“Finn: What’s it like not to feel anything? Estella: Let’s say there was a little girl, and from the time she could understand, she was taught to fear… let’s say she was taught to fear daylight. She was taught that it was her enemy, that it would hurt her. And then one sunny day, you…
-
cemreler düştü.. bahar kapıda..
ah o sarhoşluk! ah sevgili bahar! Ozan Önen o sarhoşluğu çok güzel kelimelere dökmüş: “damardan akan bahar, bir duble rakıdan yeğdir.” bu kelimeleri okuyunca bile içim içime sığmadı işte.. az kaldı. toprak kokacak, çiçeklenen ağaçlar kokacak sokaklar. esecek inceden meltem, vuracak biraz daha iddialı lodos, o kokuları getirecek burnumuza. kaçamayacağız. hani kaçmak isteyen varsa tabi..…
-
dolores
kilometrelerce öteden “Cranberries Dolores” yazdı cancağzım. sonra ekledi “46 yaş.. bu akşam bir yazı bekliyorum senden”. işte bu yazı o yazı. 1993’te Linger’la tanışmıştık ilk Dolores’in sesiyle. ama ne ses. hüzünlü, isyankar, sürprizli. her şey bir arada. sonra Zombie geldi. geceleri bar gezmelerimizin olmazsa olmazı oldu. detone ve çığlık çığlığa “Zoooom-bie, zooom-bie, zoom-bie-bie-bie” diye bağırdık…