-bu yazıdaki her unsura yakın zamanda yaşanan şeyler esin kaynağı olmuş ve detaylar bizzat hayal edilmiştir-
Hayatta 2 büyük tutkum var: müzik ve yazmak.
Bu blog fikrini oluşturan da bunlar, hayatımı şekillendiren de, beni hiçbir şey yokken çılgınca heyecanlandıranlar da..
Sonunun ne olacağını kestiremediğim, bazen başını bile değiştirmek istediğim roman eskizimi çok önemsiyorum bu aralar. Ve onunla daha fazla ilgilenebilmek istiyorum.
Virginia Woolf demiş zamanında: “Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.”
Ben ise, bu aralar, bu ifadenin “kendine ait bir oda” kısmına takılıp bunu “kendine ait bir ev”e dönüştürüverdim. Virginia Woolf’un kendi için belirlediği hazin sonu da tamamen yok saydım elbet.
Aslında her şey bundan yıllar önce, lise yıllarındayken, ruhumun Galata civarına ait olmasını keşfetmemle başladı. Sonra kader beni bir şekilde, 20li yaşların sonunda, Asmalımescit’e atınca, yine bu gerçekle karşı karşıya kaldım: “evet, ben buralarda yaşamalıyım..”
Burada derken aslında hepi topu minik bir ev bahsettiğim. Büyük bir salonu ve yüksek tavanı olması yeterli. Salon bir terasa da açılabilir -tercihen-, ya da bir Fransız balkona.
İlla ki Amerikan mutfak olacak. Ve mutfakta kahve makinesi, 4er adet espresso fincanı ve şarap / viski / rakı kadehleri ile su bardağı yeterli.. niye 4 olduğunu bilemedim ama içimden böyle geçiverdi 🙂
Salonda bir duvarda boydan boya kütüphane olacak. Kitaplar, defterler, kartpostal koleksiyonum, hepsi yerli yerinde..
Plaklarım ve plakçalarımın da güzel bir köşesi olacak. David Bowie ve The Smiths plaklarım baş köşede. Ve klasikler elbet.
Hmm. Pembe bas gitarım ve minik amfimi de unutmayalım, onlar da hemen plakların yamacında yerlerini alacaklar.
Başrol oyuncumuz ise şimdi geliyor: salonun en çok ışık alan yerine yerleştirilmiş ahşap masa. Üzerinde kalemler, karalama defterleri ve notlar, okunan son kitaplar.
Çok sevdiğim Haruki Murakami bir roman yazarının sahip olması gereken nitelikleri şöyle sıralamış: deha, odaklanma gücü, sürdürülebilirlik. Bazen kalem kıpırdamaz ama 2 saat o masada oturursun. Bazen 2 saniyede yüzlerce kelime dökülür kaleminden ya da tuşlarda. Her gün belirli bir zamanı buna ayırman gerekir, hayal dünyanda kalabilmek için belki de..
İşte ben de, o ahşap masada, böyle zamanlar yaşamak istiyorum bu aralar. Kocaman zamanları böyle anbean yaşabilirim. Kendime ait dünyamı kendime ait bir eve taşıyarak, orada var olarak..
Hayaller hayatta kalmamızı sağlar. Ve ben hepsine sımsıkı tutunalım istiyorum. Biz onları bırakmazsak onlar da bir gün gerçek olacak 🙂