bir cuma akşamıydı.
ha bitti ha bitecekti mesai, çıkıp gidecektik hepimiz iki günlüğüne ruhumuzu şöyle bir silkelemeye.
“yani”, dedim, daha doğrusu yazdım, “şu andaki modum nasıl biliyor musun? havaalanına gidip mesela Atina’ya giden ilk uçağa bilet alıp kaçmak istiyorum.”
neden Atina’ydı bilmiyorum. aslında Barcelona demem gerekirdi. ama yakın olsun istemiştim sanırım.
memlekette olan bitenler zaten ortadaydı. İstanbul’un kışı da sağolsun olanca sevimsizliğiyle çökmüş, olan bitenin üstüne bizi kasvetinden mahrum etmemişti. her yer karanlık, her şey isli pusluydu.
“şöyle bir kaçıp sıfırlanıp geleyim istiyorum.”
“sen ne diyorsun, ben her hafta yaşıyorum bunu.” dedi.
bilmez miydim..
galiba çoğumuz böylesine kaçmak istiyorduk artık. ara ara kısa kaçışlar yetmiyordu aslında ruhumuza.
yaşla ilgili bir şey miydi bu gitgide artan uzaklaşma isteği bilmiyorum.
olan bitenler etkiliyordu bizi, üzülüyor, kırılıyorduk.
bir yandan da hayat devam ediyordu ve doyasıya yaşama isteği de ağır basıyordu.
içi içine sığmayan ama bir o kadar da kapana kısılmış gibi hisseden asi, avare ruhlar. sen, ben, o, biz, siz, onlar..
“aslında arabayla yol yapılacak yakın bir yerler de olur. yurtdışı yine tabii..” yazdım.
sonra bir duraksadım.
“boş boş konuşuyorum işte, pasaportum bile yanımda değil ki..” dedim.
güldü, bir emoji vasıtasıyla.
sonra akşam oldu. ben Atina’ya gitmedim. o da gidememiştir. muhtemelen bir başkası da gitmek isteyip gidemedi.
gidebildiğimiz yerler arasından en iyisini, en iyileştiricisini seçip orada kendimizi yenilemeye çalıştık hepimiz, ayrı ayrı.
ama bir akşam, ansızın, valizimiz falan olmadan, bir son dakika kararıyla kaçıp Atina’ya gitme ihtimalimizden asla vazgeçmeyecektik, bir kısmımız.
David Bowie – Heroes
Nina Simone – My Baby Just Cares For Me
Teoman – Yıldızları Yakalamak
Hugh Laurie – Swanee River
Hozier – Take Me To Church