Duygusuz gözüküyordu. Yoo yoo, asla umursamaz değil ama başka bir şey.. Fazla özgür belki.. Derin şeyler hissetmekten uzak, günlük hazların peşinde.. Kendi tutkularını, isteklerini birçok şeyin üstünde tutan. Bazı şeylerin o istediğinde istediği şekilde olmasına izin veren ancak. “Buyurgan”…
Ama içinde, derinde bir yerlerde, kurduğu o koca koca cümlelerin ardında, sanki zamanında çok kırılmış, kırılmamak için bu -anlatmaya çalışıp tam da anlatamadığım- zırhı giymiş bir çocuk vardı. Görüyordu bunu Aslı. Gördüğünü zannediyordu.
Sonra bir gün Mete’nin ağzından çıkıverdi şu kelimeler: “belki ben de kırılmaktan korkuyorumdur.”
Korkuyorsun tabi, diye geçirdi Aslı içinden, ve bu çok normal.. şefkatle baktı Mete’ye. Mete bunu fark etmedi bile belki..
Aslı o an büyüdüğüne şükretti. Bir şeyler hatırladı, geçmişten. Bazı büyük laflar, o lafları takip eden bazı beklenmeyen durumlar, o durumları takiben bazı “vay be”ler, o “vay be”leri takip eden birtakım “bu da geçer”ler.. onlarla büyümüştü.
Mete de başka başka yollardan geçerek büyümüştü elbet. Biri derinden biri yüzeyden. Biri kendinden çok emin, biri temkinli. Her ikisi de biraz kendinden kaçarak, nefes almak için başka tutkularına sığınarak. Tamamlanmamışlıklarını bir şekilde onarmaya çalışarak.
Güzeldi büyümek. Böyle hafif delice yaş almak. “Tek derdimiz bu olsun”du.
Aslı bunları düşünürken de mutlu oldu.. “Ah” dedi, “Metecim yakınlarda olsa da bir kahve içsek.” Geride bıraktıklarımıza gülümsesek. Bizi bekleyenleri merak etsek..
So nobody ever told us baby
How it was gonna be
So what’ll happen to us baby
Guess we’ll have to wait and see