bir adam varmış.
canı hep sıkkınmış gibi görünür, üzgün üzgün bakar, ama sanılanın aksine canı pek de sıkılmazmış. öyle gibi dururmuş sadece.
derinlerde dolaşır, ortalıklarda dolaşmazmış.
o derinler hep aynı derinlikte miymiş? ya da her düşündüğü gerçek olur muymuş? pek bir kimse bilememiş.
herkes kendini o adamın bir “şey”i zannetmiş. o adam da mı öyle zannetmiş, herkes bir “şey” miymiş, bu da pek bilinmezmiş…
muammalı adamımızın aslında bir sırrı varmış. o kadar büyük bir sırmış ki bu, bazen kendi bile unutur, hatırlamak istemezmiş.
sonra bir gün, bir doktor çıkmış karşısına, bazı şeyleri silmiş hafızasından.
bir tek o sırrı bırakmış.
adamın artık bildiği tek şey, aslında bugüne kadar sadece bir kişinin tam olarak onun bir “şey”i olduğuymuş.
üzgün bakışlarını bırakıp ardında, Montauk’a* gitmiş.
sonrası malum.
* eternal sunshine of the spotless mind